ESKADER ve Ağaç Kültür Merkezi’nin işbirliği ile gerçekleştirilen Fatih Sohbetleri’nde Konuşan Recep Seyhan “Orta Asya’dan Anadolu’ya, Anadolu’dan Balkanlara dek sohbetler şifahî kültürümüzün temelini oluşturmuştur” dedi.
Edebiyat Sanat Kültür Araştırmaları Derneği (ESKADER) ile Ağaç Kültür Merkezi’nin düzenlediği ve her hafta cumartesi günü Ağaç Kültür Merkezi’nde gerçekleşen Fatih Sohbetleri’nin beşinci hafta konuğu yazar Recep Seyhan oldu. Son günlerde yeni çıkan Güneşin Doğduğu Yerde öykü kitabını da sıcağı sıcağına imzalayan Seyhan, sohbetin asırlar boyunca gerçekleştirdiği serüveni kısa zamana sığdırarak, zaman zaman beyitlerin eşlik ettiği ve hâtıraların dile geldiği dolu dolu bir program gerçekleştirdi. Programı izleyenler arasında yazar Şerif Aydemir ile şair ve yazar A. Vahap Akbaş da bulunurken Akbaş, sohbet üstadları ile ilgili anılarını paylaştı.
Programı sunan ve yöneten ESKADER yönetiminden Erol Mermer, Recep Seyhan’ın bir yazar ve çizer olmasının yanında iyi bir insan olmasıyla da gönüllerde ayrı bir yeri olduğunu dile getirirken dostane tavrının hikâyelerine de sızdığını belirtti. Sohbetin kültürümüzde çok önemli bir yer tuttuğunu anlatan Mermer, Fatih Sohbetleri gibi hâlâ devam eden sohbet programlarının toplumun katmanları arasındaki bilgi aktarımında en önemli aracılar olduğunu ifade etti.
KULAK MOLLALIĞI DERİN MESELE
Sözü devralan Recep Seyhan, Orta Asya’dan Anadolu’ya, Anadolu’dan Balkanlara dek sohbetlerin şifahî kültürün temelini oluşturduğunu söyleyerek bu durumun tek olumsuz yönünün kayda alınmaması olduğunu belirtti. Bu konuda fikir yürüten ehil kişilerin kayda alınması halinde bugünün bambaşka şekilleneceği konusundaki kanaatlerine de değinen Seyhan, yüzyıllar boyunca ciddi bir disiplin içinde süre gelen sohbetlerin birçok kavramı dilimize, mertebeleri de hiyerarşilere katkı sağladığını, bunlardan akla ilk gelenin “kulak mollalığı” olduğunu ifade etti ve “Kulak mollalığı çok derin ve dolu bir kavramdır. Bu tabir sonraları ‘meşşaiyyun’ olarak kayda geçmiştir. Söz söylemede ustalaşmış insanların bilgili ve yüksek kadir sahiplerinin birikiminden yolda yürürken yaptıkları sohbetlerden ve hallerinden bir şeyler almadır” dedi. Sohbet geleneğinin çıkış noktasının neresi olduğunu sorusuna ise şu sözlerle açıklık getirdi:
“İslam öncesinde tabip ve sohbet insanları arasındaki bağlantıyı görebildim. İslam’dan sonra ise Ashab-ı Suffa’dan kaynaklanarak, türeyerek, çoğalarak günümüze ulaştığını söyleyebilirim. Ashab-ı Suffa’da çok önemli ve Peygamberimiz’e yakın zatlar ve devrin şöhretleri vardı. Peygamber Efendimizden işittikleri hadisleri, günü gününe aktarıyor, yorumluyor ve değerlendiriyorlardı. Bir ilim ve kültür meclisiydi. Zaman içinde çeşitli sohbet meclisleri ile geleneksel halk edebiyatı ve Dede Korkut Hikâyeleri’nin anlatıcısı, sohbet piri sayılmıştır. Bu eserler sohbet kültürünün özelliklerini taşımaktadır. Zamanla bu meclislere musiki de dahil olmuştur. Kerem ile Aslı, Tahir ile Zühre, Elif ile Mahmut ve Ferhat ile Şirin gibi hikâyelerde sohbetlerden sohbetlere uzanarak günümüze intikal etmiştir. Dinî olanlardan ise Kesikbaş Hikâyeleri, Hz. Hamza ve Hz. Ali’nin cenkleri anlatılagelmiştir.”
PADİŞAHLARIN SOHBET ARAKADAŞLARI
Böylesi derinliği olan sohbet meclislerine “meclis-i ünsa” dendiğini anlatan Recep Seyhan, bu tabirin yaklaşık olarak “dostlar meclisi” anlamı taşıdığını ifade etti. Bu meclislerde anlatılanların uzun zamanların ardından kayda geçildiğini söyleyen Seyhan, “Buralarda sadece sohbet edilmezdi. Adap, edep kurallarının yanında eşyayı kullanma biçimi öğretilir, öğrenilirdi” diyerek saygı ve sevgi ile kardeşlik duygusunu aşıladığına dikkat çekti. “Baciyan-ı Rum” ile “Abdala-i Rum” gibi meclisleri anmadan geçemeyeceğimizi vurgulayan Seyhan, tasavvufun kurumsallaşmasının da tasavvuf sohbetlerinin yaygınlaşmasında büyük etkisi olduğunu kaydetti ve Hüseyin Baykara meclisleri 14. Yüzyıldan 15. yüzyıla geçiş noktasında olmasından son derece önemli olduğunu vurguladı.
“Her hükümdarın ve padişahın bir sohbet arkadaşı vardı. Baykara’nın da sohbet arkadaşı Ali Şir Nevai’ydi. Ayrıca bu sohbetleri kayda geçmiş ve Mecalüsü’n Nefais adlı nefis bir eser ortaya koymuştur. Bugün din felsefesi bir bilim dalı olarak yeni kabul görmüşken “İhvan-ı Safa” meclisleri bu tartışmaların ilklerine sahne olmuştur. 16. yüzyılda bugünkülerin çok ilerisinde tartışmalar yaşanmıştır. Kelâm bilginlerinin bu tartışmalarından bazıları yazılı kaynaklara geçerek bugüne taşınmıştır. Medreselerde hocalar yetişmiş talebeleriyle özel tartışma meclisleri oluştururlardı. Kültürümüzde tartışma olmadığını söyleyenler yanılırlar. Edep çerçevesinde birçok tartışmaya sahne olmuştur sohbetler… Padişahların hemen hemen hepsinin ‘müsahip hocası’ vardı. Bu sıfat bugünkü danışmanlık makamına tekabül eder. Müsahibin karşılığı ‘arkadaş’ ve ‘yoldaş’tır. Hz. Mevlâna’nın musahibi Hz. Şems’ti. Sinan Paşa, Molla Hüsrev, Akşemseddin gibi büyükler de padişahların müsahibi konumundaydılar. Kanuni’nin musahibi Ebu Suud, Yavuz Sultan Selim’in ise Zembilli Ali Efendi ile baba, oğul ve torun olan Hafız Mehmed Efendi, Hasan Can ve Hoca Saadettin Efendi’ydi. Cürcani de Timur’un musahibi olup 13. yüzyılda Moğol Saldırılıları’nı kayda geçen önemli bir isimdi.”
ŞAİR NEDİM’İN HADİS DERSLERİ
Menakıb-ı Hünerveran, yani hünerli kişilerin anlattıkları menkıbelerin seslendiği mekânların yine sohbet meclislerinden bir şube olduğunu söyleyen Recep Seyhan, bu anlatılanların edebiyatımıza menkıbe eserler olarak geçtiğini belirtti. Nedim kelimesinin de sohbet kültürü içinde musahipten farklı bir yeri olduğunu ifade ederek daha dar kapsamlı olarak bir kişiye, iyiyi, kötüyü güzeli fark ettirmek adına eğitmen olmak mânâsını taşıdığını anlattı. “Bir de “huzur dersleri” var. 1759 yılında kurumlaşmış bu dersler, 1924’te hilafet kaldırılıncaya kadar ciddiyetinden hiçbir şey kaybetmeden kesintisiz sürdürüldü. Padişahın huzurunda yapılan tefsir ve hadis dersleri olması nedeniyle bu ismi almıştır. Padişah her dersin sonunda bir ikramda bulunurdu dinleyenlere. Şair Nedim de huzur derslerinde hadis okutanlardandır.” diyen Recep Seyhan, aşk dolu ve kimilerince hafif meşrep sayılan Nedim’in bu yönünün bilinmesinin son derece önemli olduğunun altını çizdi. Sıra gecelerine de değinen Seyhan, şekli bir miktar değişmiş olsa da günümüze kadar ulaşan meclislerden biri olduğunu ve sadece musiki ile sınırlı olmadığını ifade etti. Alevi-Bektaşi geleneğinde cemevlerinde ve dedelerin yaptığı sohbetlerin de son derece önemli ve ciddi sohbetler olduğunu sözlerine ekledi.
Meclis-i Ünsa’nın içinde hem aşk hem de meşk olduğunu söyleyerek Osmanlı coğrafyası içindeki bütün sohbet çeşitlerini ve bu sohbeti verenlerin niteliklerini tek tek açıklayan Recep Seyhan, bunlardan Katipzâde Ahmed Efendi, İsmail Ferruh Efendi, Şehzade Abdullah Efendi, Şeyh Mahmut Baba gibi isimlerin Aktabu’l Kutuplardan olduklarını dile getirdi. Ahmet Cevdet Paşa ve bilhassa Mehmet Âkif’in Fatih’deki Şekerci Han’da tarihî sohbetlerde bulunduklarını anlatan Seyhan “Şekerci Han’daki meşhur zatlar Âkif’ten başka Eşref Edip, Bediüzzaman Hazretleri, Neyzan Tevfik’tir. İlk Risale-i Nur talebelerinin buluştuğu mekândır. Âkif ile Neyzen Tevfik’in bilgi alışverişinde bulundukları yerdir aynı zamanda” dedi.
Sonraki yıllarda Küllük, Meserret, Çınaraltı gibi kahve mekânlarında Yahya Kemal, Yusuf Ziya Ortaç, Orhan Kemal, Sait Faik, Ahmet Hamdi Tanpınar, İsmet Zeki Eyüboğlu, Ali İhsan Yurt, Peyami Safa, Necip Fazıl’ın da aralarında bulundukları sohbetler yapıldığını hatırlattı. Osmanlı’dan günümüze ulaşan medrese gibi yapılarda bu sohbetlerin yıllardan beri sürdürüldüğünü belirten Recep Seyhan, Mavera, Kubbealtı, Türk Edebiyatı, Diriliş ve Mahmut Kemal İnal’ın sohbetlerinin unutulmazlar arasında olduğunu, bugün de bu türden sohbetlerin Tarihî Yarımada’da birçok merkezinde sürdürüldüğünü kaydetti. Recep Seyhan toplantının sonunda Güneşin Doğduğu Yerde adlı öykü kitabını dinleyenler için imzaladı.
Yorum yazabilmek için lütfen Oturum Açın