ESKADER’in düzenlediği Bâbıâli Sohbetleri’nde konuşan müzikolog Yalçın Çetinkaya, “Musikiyi idrak etmek medeniyeti tesis etmenin yollarından biridir.” dedi.
Edebiyat Sanat ve Kültür Araştırmaları Derneği’nin (ESKADER) her hafta perşembe günü Timaş Kitapkahve’de düzenlediği Bâbıâli Sohbetleri’ne bu hafta müzikolog yazar Doç. Dr. Yalçın Çetinkaya konuk oldu. Şair ve yazar Ali Hakkoymaz’ın takdimini gerçekleştirdiği “Kutsal ve Müzik” başlıklı bir konuşma yapan Çetinkaya, Yaradan, yaradılış ve müzik ilişkisine dair İslam musikisi ile Batı-Hıristiyan kökenli müziğin aralarındaki anlayış ve uygulama farklarına yönelik zengin bir sohbet gerçekleştirdi. Dinleyicilerin sonuna dek ilgi ile takip ettiği programda müzik tarihinde bilinmeyenlere dair yolculuğa çıkılırken, beyin fırtınası esti.
“KÂİNAT SESLE BAŞLADI”
Açılış konuşmasını yapan ESKADER Başkanı Mehmet Nuri Yardım, Doç. Dr. Yalçın Çetinkaya’nın müzikolog ve yazar olmasının yanı sıra İstanbul Teknik Üniversitesi’nde akademisyenliğini sürdürdüğünü kaydetti. Çetinkaya’nın uzun süre Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nun Genel Sanat Yönetmenliğini de yaptığını hatırlatan Yardım, Yalçın Çetinkaya döneminin CRR salonu için çok önemli bir açılım sağladığını belirtti ve Çetinkaya’nın müzik söyleşilerinin yer aldığı Memleket Meseleleri adlı kitabından söz etti.
Takdimi gerçekleştiren Ali Hakkoymaz, “Kâinat ses ile başladı.” diyerek kâinat da dahil her şeyin Allah’ın “Kün: Ol!” demesi ile başladığını ve bizim de o sesi aradığımızı vurgularken o doğru sesi seçebilmek anlayabilmek hususunda bu konuda Yalçın Çetinkaya gibi uzman görüşlere ihtiyaç duyulduğunu kaydetti. Ahmet Hamdi Tampınar’ın müzik konusundaki bir eserinden de söz eden Hakkoymaz, Yahya Kemal’in “Itrî” adlı şiirini seslendirdi.
HIRİSTİYAN BATI’NIN SORUNLU MÜZİĞİ
“Kutsal ve Müzik” konusuna dair bugüne kadar yeterli çalışma yapılmadığını vurgulayarak sözlerine başlayan Doç. Dr. Yalçın Çetinkaya, Türkiye’de bugüne kadar hiç ele alınmayan bir alan olduğunun altını çizdi. 45 yıllık bir müzik geçmişine sahip olduğunu ve Bekir Sıtkı Sezgin ve Çinuçen Tanrıkorur gibi üstatların rahle-i tedrisinde yetiştiğini belirten Çetinkaya, bunca çalışmanın ardından müziğin başka ilimlerle karşılaştırılamayacak kadar geniş bir konu olduğunu ve müzikle ilgilenen kişinin birçok ilimle de tanışmış olması gerektiğini söyledi ve sözlerini şöyle sürdürdü:
“Farabî ilimleri matematik, astronomi, tıp ve musiki olarak dört kısımda incelemiş ve müziği bu dört ilimden biri olarak görmüştür. Hep körü körüne Osmanlı müziğini savunan bir profil olmamaya çalıştım. Ama bakıyorum ki, bir kompleks sonucu olsa gerek Türk müziği ile Batı müziğini karşılaştırmaktan vazgeçmiyoruz. Burada kutsalı sorgulamak gibi bir eğilimimiz yok. Ayrıca din ve müzik demiyoruz, çünkü din meselesi ayrı bir konu. Kutsal daha geniş bir alan. ‘Kutsal ve Müzik’ meselesinde iki tartışma konusu vardır. Batı medeniyetinin müziği ile İslâm medeniyetinin müziği… Hocalarımız daima Türk müziğinin Batı müziğinden 24 ses aralığı ile üstün olduğunu söylemişlerdir. Ancak Hıristiyan Batı’nın ürettiği müzik gerçekten sorunludur. Bir karşılaştırmaya gidersek Hıristiyan Batı’daki ‘God: Tanrı’ ile İslâm’daki Allah hiçbir zaman aynı değildir. Hıristiyanlar, ‘God: Tanrı’yı istediği gibi şekillendirirken biz Müslümanlar Allah’ı Kur’an ve hadislerden öğrendiğimiz gibi tanırız ve öyle inanırız. M.S. 375 yılında ilk olarak Allah’ın indirdiği İncil’e müdahale edilmiş ve yeni bir kilise doktrini ortaya çıkmıştır. Buna göre Hıristiyanlar istediği gibi Tanrı’yı (God) biçimlendirir olmuştur. Bizdeki Esma’ül-Hüsna’da böyle bir Tanrı yok.”
“BACH VE ITRÎ ARASINDA İNANIŞ FARKI VAR”
Tanrı algısının ve İncil ile dinini istediği gibi şekillendirebilen kilise yönetimindeki Batı’nın müziği de aynı zihniyetle kısıtladığını teknik olarak da açıklayan Yalçın Çetinkaya, kilise ile akıl arasındaki ayrımın Aziz Antonius’un insanları müzikle Hıristiyanlığa davet etmesine kadar uzandığını, Batı’da Tanrı’yı ve inanışı biçimlendirenin insan olduğuna hakikat noktasından bakmamız gerektiğini kaydetti. Batı ve İslâm müziği karşılaştırmasında her iki cepheyi temsil eden iki ismin Bach ve Itrî olduğunu anlatan Çetinkaya, “İkisi de kreatif, iki de kıvrak bir müzik anlayışına sahipken aralarında inanış farkı vardır. Birisi ‘God’ adına, diğeri ‘Allah’ adına ne varsa söylemiştir.” dedi.
Batı’da müzik konusunda M.S. 6. ve 7. yüzyılda bir çelişki ve farklılaşma yaşandığını söyleyen Çetinkaya, kilisenin giderek güncel şarkılarla ve kadın ve erkeklerin bir arada söylediği korolarla bozulmaya başlamasıyla Aziz Gregorius’un kilisede kadın sesini yasakladığını, bu yasaklamayla Batı müziğinde ses temelini oluşturan kadın ve erkek sesindeki kadın boşluğunu ‘kastrato’ vokallerin doldurduğunu ve bu grubu oluşturan genç yaşta ses olarak hadım edilen erkeklerin doğal hayatlarına müdahale edildiği için yaradılışa aykırı bir tutum izlendiğini ifade etti ve Batı ile İslâm dünyasının müzik anlayışlarındaki farklılığı ortaya koyan sözlerini şöyle sürdürdü:
DOĞU, ZIT SESLERE VE RENKLERE AÇIK
“Hıristiyan dünyasında yaratılmış bir tanrı ve Müslüman dünyasında Yaratıcı tarafından yaratılmış insan var. Batı müziğinde armoni, İslâm müziğinde fıtrîlik var. Batı, Doğu’nun ara seslerini bir zamana kadar kullanıyordu ama sonradan Doğu’nun mikro seslerini kullanmaya başladı. Bu sebeple Batı müziği dikey yayılan bir müziğe dönüştü. Batı müziğindeki “do, mi, sol” dominant sesleri, yaptığım tespitlere göre teslis inancını temsil ediyor. Do; Tanrı, mi; İsa, sol; Ruhu’l-kudüs olduğu anlaşılıyor. Bu yüzden ara sesleri çıkardıklarını düşünüyorum. Onların uyumsuz hatta şeytanî kabul ettiği müzik aralıkları, İslâm müziğinde uyumlu hale gelir ve hicaz makamı buna bir örnek teşkil eder. Hicaz, onların uyumsuz dediği seslerin horizontal sıralanmış halidir. Doğu’da zıt renkler bile uyumla kaynaşır. Doğu zıtlıkları benimsemiştir. Bu da ‘her şey zıttı ile kaimdir’ anlayışından doğar. Batı bunu idrak edememiştir. İslâm horizontalizmi bize dairevî bir form çıkarır. Doğal olan her şeye, güneşe, güneş sistemine işaret eder. 12 burç 12 makamı verir. 7 yıldız ise 7 sese tekabül eder. Müzik İslâm’da kâinattaki karşılığını bulmuştur. Bu müzik düşüncesi heyecan vericidir. Öğrendikçe yerinizde duramazsınız. Bu anlayış hiçbir kültürde mevcut değildir. Her ses hayatın içindeki bir sisteme tekabül eder. Seslerden biri bozulursa bu bozulma bütün seslere sirayet eder. Çünkü dairesel bir devinim vardır. Bu mûsikîde makamlar insan ruh hallerinin bir yansımasıdır. Birbirine benzeyen makamlar birbirine benzeyen ruh hallerini temsil ederler. 15. yüzyıla gelindiğinde İslâm müzik literatürü neredeyse tamamlanmışken Batı’da hiçbir şey yoktu. Bu sebeple Batı’nın müzik nazariyatında İslâm ciheti ağır basar ancak birçok ses indirgenmiştir. 20. yüzyılda ise tamamen tıkanmıştır.”
Yalçın Çetinkaya, konuşmasını tamamlamasından sonra dinleyicilerin sorularına cevap verdi. Program sonunda İbrahim Güleç bir türkü söyledi ve hâtıra fotoğrafları çekildi.
Yorum yazabilmek için lütfen Oturum Açın