ESKADER ile Ağaç Kültür Merkezi’nin birlikte düzenlediği Fatih Sohbetleri’ne konuk olan senarist ve yazar Mehmet Uyar “Dizilerimizdeki kaliteyi artırmak için kendi kültürel altyapımızdan faydalanmamız gerek” dedi.
Mehlika Aydın (Sanatalemi)
Edebiyat Sanat ve Kültür Araştırmaları Derneği (ESKADER)’in kültür sanat alanındaki sürekli toplantılarının ikinci merhalesi olan Fatih Sohbetleri her hafta kültür dünyamızın önemli bir simasını ağırlıyor. Ağaç Kültür Merkezi’nin desteği ile aynı mekânda gerçekleşen toplantının bu haftaki konuğu “Hür Adam” filminin ve uzun yıllar büyük ilgi gören “Sır Kapısı”nın senaristi olan Mehmet Uyar’dı. Günümüzde toplum hayatımıza büyük etkileri olan dizi ve televizyon filmleri sektörüne dair çarpıcı tespitlerde bulunan Mehmet Uyar’ın katıldığı sohbet programını Sanatalemi sitesi yazıişleri müdürü Elif Sönmezışık yönetti.
Konuşmasına Mehmet Uyar’ın özgeçmişini dinleyicilere aktararak başlayan Elif Sönmezışık, Uyar’ın edebi eserlerle başladığı yazı çalışmalarına sonradan senaryo yazarlığıyla devam ettiğini söyledi. Mehmet Uyar’ın ödüllü romanı Karmaşa’nın yanı sıra Efsane Sır, Kayıp Ocak, Yeşil Mesnevi ve Gönül Yolculuğu isimlerinde romanları olduğunu anlatan Sönmezışık, “Yüzlerce televizyon filmi ve dizi senaryosuna imza atmış olan Mehmet Uyar’ın ödüllü Sürgün filminin senaryosunda da imzası var” diyerek Mehmet Uyar senaryosunun neyi hedeflediği sorusu ile sözü Uyar’a bıraktı.
“İÇİMDEN GELENİ SENARYOYOYA DÖKTÜM”
Konuşmasına romancıyken kendini bir anda televizyon dünyasında bulduğunu söyleyerek başlayan Mehmet Uyar, romancılık ile senaristliğin birbirinden çok farklı olduğunu ve görsel anlatım hakimiyetinin senaryo yazarlığını diğer türlerden ayrı bir yere taşıdığını dile getirdi. Televiyon senaristinin özgür olamadığını izleyiciyi memnun etmek gibi bir kaygı taşıdığını anlatan Uyar, “Benzetme yapacak olursak senaryo yemek tarifi gibidir. Yemeğin malzemelerini yapımcı getirir ve yönetmen de yemeği pişirmekle görevlidir. Malzemenin kalitesi ve yönetmenin becerisi iyi bir iş çıkmasını sağlıyor. Üçü birbirinden ayrı düşünülemez. Ve sonuç da tek bir kişiye maledilemez. Ancak sinema filmleri genelde yönetmen filmleri olarak adını duyuruyor. Sinemanın sanat tarafı güçlüdür. Televizyon yaklaşımı ile yapılan film sanat olamaz. Sinemada samimiyet ve özgür anlatım vardır. Popüler sinemaya sanat olarak bakamasak da… Televizyonda senaryo ve yapım biraz daha öne çıkıyor. Romandan dizilere geçiş yapınca önce hep halkın kalbine ve vicdanına ulaşacak işler yapmaya çalıştım. Bunun karşılığını da buldum. Ancak iyi bir yönetmenle mümkün bunu yakalamak. Yazılanı doğru ifade edecek bir yönetmenle… Sır Kapısı’nın başarısından başladıktan epey sonra haberim oldu. Hiçbir zaman çok izleneceği düşüncesiyle yazmadım bölüm senaryolarını. Hatta bazılarını yazarken gözyaşlarımı tutamazdım. Sonra detaylı bir şekilde “raiting” sonuçları tutulduğunu öğrendim ve yapımcının bu sebeple üzerimde baskı kurmasını istemedim. Yazdıklarımı ciddiye aldım ve içimden geleni aktardım” dedi.
“KISSALAR VE HALK HİKÂYELERİ EN DOĞRU KAYNAK”
Senaryonun televizyon piyasasında ciddiye alınmadığını ve teknik bir iş olarak görüldüğünü anlatan Mehmet Uyar, televizyonda dizi furyasının Amerikan dizileri ile başladığını, ardından Latin dizilerinin hakimiyetinin yaşandığını, Türk halkının Latin dizilerindeki hissiyatı kendine yakın bulduğunu ve yerli dizlerin doğmasını sağladığını dile getirdi. Televizyon tarihimizdeki dizi yapılanmasını dört kademede ele alan Uyar, “Küçük Ağa” ve “Kartallar Yüksek Uçar” gibi yapımların öncülüğünde gelişen dizi biçiminin başlangıcı temsil ettiğini belirtti. İkinci evrenin “İkinci Bahar” ile gerçekleştiğini, üçüncü evrenin “Asmalı Konak” dizisiyle başladığını, dördüncü evrenin başlangıcının ise “Ezel” dizisi ile olduğunu belirten Uyar, bu dizileri senaryoda teknik gelişmelerin yaşandığı örnekler olarak niteledi. Yapımcıların bir üst yapımı ortaya koymak gibi bir kaygıyla hareket ettiğini anlatan Uyar, “Amerikan dizilerindeki teknik ile Alaturka altyapısını birleştirmeye çalışan bir sektör var. Ama hâlâ kendimize özgü istediğimiz üslup ve dili bulamadık. Sebebi ise bütün dizilerin entrika ve şiddet üzerine kurgulanması. Bizim kıssalarımız, halk hikâyelerimizden esinleneceğimiz bir damar var. Kıssalar kalplere hitap eder, vicdanları uyandırır. Muhafazakar televizyonlarımızda bile şiddet tercih ediliyor. Halkımız o kalbe ve vicdana ulaşan damardan uzaklaştı ama hâlâ içinde bir yerde onu yaşatıyor. Yeşilçam filmlerinde onu yakaladığı için aynı yapımları hiç sıkılmadan izliyor” diyerek televizyon izleyicisini sadece oyalamak amacı gütmenin büyük hata olacağına dikkat çekti.
KADIN İZLEYİCİYİ FETHETMEK KAYGISI
Kadın izleyicilerin zaaflarını istismara yönelik senaryo matematiği kurulduğunu anlatan Mehmet Uyar, bu düzenin dışında istisna yapımlar olduğunu kaydetti. Televizyon filmlerinin artık eskisi kadar tercih edilmediğini bazı kanalların kitlesinin ise bu filmleri tercih ettiğini bu nedenle çok sayıda üretilebildiğini söyleyen Uyar, “Öyle televizyon filmleri var ki vizyona girse izleyici bulur, ama bir sinema filminin özelliklerini ortaya koyamaz” diyerek özel bir alan olduğunu belirtti. Kurtlar Vadisi gibi dizilerin güncelle ilişkili olmasının tercih sebebi olduğuna dikkat çeken Mehmet Uyar, dizilerin süresinin uzunluğu ile izlendikçe bölüm sayısının artmasının olumsuz faktörler olduğunu ifade etti.
Muhteşem Yüzyıl dizisinin Osmanlı’yı diziler üzerinden ele almak konusunu tetiklediğini ve TRT’nin bu türden başarılı bir yapım ortaya koyması gerektiğini anlatan Mehmet Uyar, Muhteşem Yüzyıl’ın harem entrikalarını ön plana çeken ve tarihi arka plana iten bir biçimde ortaya konduğunu ve bu sebeple izlendiğini belirtti. Drina Köprüsü adındaki yeni bir tarihî dizi projesinin senaryosunu yazdığının müjdesini veren Uyar, yakın tarihte ekranlarda yer bulacağını umduğunu kaydetti.
Yorum yazabilmek için lütfen Oturum Açın