Yıllar önce onun Kemal Tahir’le Sohbetler isimli kitabını okumuştum. Bana çok ilginç gelmişti. Romancının yakın çevresinde bulunmuş, onun sohbetlerini, sofrasını, dostlarını, fikirlerini anlatıyordu İsmet Bozdağ. Satırların altını çizdim, notlar çıkardım, sayfalara derkenarlar düştüm. Sonra diğer kitaplarına yöneldim. Sultan Abdülhâmid’in Hâtıra Defteri, Atatürk’ün Avrasya Devleti, Tarih Yarındır, Bilinmeyen Atatürk, Latife ve Fikriye, Hanzade, Bir Darbenin Anatomisi, Basın Kurt mu Kuzu mu?, Bilinmeyen Yönleriyle Celâl Bayar, Düşünmek Can Bahası, Tarih Yarındır, Kültür İhtilalimiz Beyaz Arılar, Değişim Şafağı, Başvekilim Menderes, Üçüncü Çözüm, Beyaz Mektuplar, Osmanlı’nın Son Kahramanları ve daha pek çok eser… Yaşayan çınarlarımızdan araştırmacı, tarihçi, şair, yazar İsmet Bozdağ’la 1986’da yaptığım mülâkatta ağırlıklı olarak “aydınlar” üzerinde durmuştuk. Ahmet Cevdet, Ahmet Midhat, Mehmet Âkif, Yahya Kemal, Kemal Tahir, Necip Fazıl, Tanpınar ve daha pek çok aydın, şair ve yazarımız hakkında konuşmuştuk. Bozdağ, millî değerlerini inkâr eden aydınlara çatıyor, onların “aydınlık” değil “karanlık” olduğunu söylüyordu. İşte bir soruma verdiği cevaptan birkaç satır: “Türkiye’de bazı meseleleri bir türlü anlamak istemeyen aydınlarımız var. Aydın değil onlar. Onlar kör karanlık. Kör kuyu onlar. Aydın ne demek? Allah’ın hikmetine bakın. Bizde profesörler çok itibar görür bilirsiniz.. Neden itibar görür bilir misiniz? Müderrislikten dolayı. Eski müderrisler gerçekten ilmi bütün insanlardı. Halkın onlara gösterdiği büyük bir hürmet vardı. İşte o hürmet bugün profesöre yöneliktir. Ama profesör müderris değildir bugün. Bütün mesele burada. Yani kendi bildiği üzerine düşünen ve kendi bildiğini eserine der-kenar yapan insan müderris değildir.” Türkiye’de düşünce üreten insanların çok az olduğunu belirten Bozdağ, şöyle devam etmişti: “Türkiye’de düşünce yok. Türkiye’de aydın dediğimiz insanlar, mevcut, eskiden duyulmuş bir takım fikirleri bugün tekrar etmekten başka bir şey yapmıyorlar. Bugün Türkiye’deki aydınlar şablon aydınlardır. Hepsinin şablonları var. Belirli bir kültürleri, yani yanlış kültürleri var. Ezberlemişler. Ve bunun dışında bir fikir kabul etmeyecek derecede geri kafalı, geri görüşlüdürler. Kendilerine yeni bir fikir anlatamazsınız. Bir fikir kendi ölçülerine kendi şablonlarına uymuyorsa hemen kaldırıp atarlar. Çünkü hiç bir fikre koşulmaya niyetleri yoktur. Oysa ki aydın demek her dakika bütün bildiklerini unutup yeni baştan her şeyi öğrenmeye razı olan adamdır. Yeni bir gerçeğe ulaştığı andan itibaren bütün bildiklerini alfabe dahil unutmaya ve yeni baştan başlayıp alfabesinden başlayıp götürmeye razı insan demektir. Aydın budur. Türkiye’de bu tür aydını bulmak maalesef mümkün değildir.” Bozdağ, gerçek aydınların Türkiye’de var olduğunu ancak seslerinin çıkmadığını, düşüncelerini rahatlıkla açıklayamadıklarını ifade ediyordu. Ahmet Cevdet Paşa’ya dikkat çeken Bozdağ, “Cevdet Paşa gerçekten Batıyı da Doğu’yu da çok iyi anlamış. Temel müesseseleri farketmiş. Ona göre ne yapılması gerektiğini de doğru düşünmüştür” demişti. Yazarımızın övgüyle andığı bir diğer şahsiyet de Mehmet Âkif idi. “Âkif büyük şair. Namuslu adam, büyük fazilet adamı. Âkif halis, muhlis bir Müslüman. Ve halis Müslümanlığın şiirini getirdi. Âkif büyük iffet. Büyük abide. İnsanlık âbidesi. Sanat abidesi. Nasıl yaşadıysa öyle yazdı, nasıl yazdıysa da öyle yaşadı. Ben onunla tanışmadım. Ama onun çok yakın bir arkadaşı ile tanıştım. Hasan Basri Çantay’dan onun hakkında çok bilgi aldım. O yüzden kesinlikle biliyorum. Âkif çok dürüst, çok namuslu, çok faziletli bir insan.” Yazarımız, Âkif’e hücuma yeltenenlerin de aslında Âkif’in fikirlerine, ideallerine saldırdıklarına vurgu yapmıştı. İki yıl önceydi. İsmet Bey 89 yaşındaydı. Dostum Hayri Ataş’la kendisini ziyaret edip hakkında bir toplantı yapmak istemiştik. “1916 doğumluyum. Seneye 90 yaşına basacağım. O zaman yaparız.” diyerek bizi vazgeçirmiş, ancak 2006 yılında da bu hayâlimiz ne yazık ki gerçekleşememişti. Ama bu yıl İsmet Beyi kandırdık ve hakkında bir toplantı düzenledik. Program bugün Tünel’de Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi’nde saat 18.30’da başlayacak. Yöneteceğim toplantıda Yahya Akengin, Sait Başer ve Hayri Ataş İsmet Beyin hayatını, eserlerini ve fikirlerini anlatacak; Mehmet Zeki Akdağ ise şiirlerini okuyacak. Yazarın “Beyaz Arılar” isimli hâtıra kitabı ile Hayri Ataş’ın hazırladığı “İsmet Bozdağ Armağan Kitabı” da dinleyicilere hediye edilecek. Hâtıra kitapta, Salih Zeki Aktay, Nurullah Ataç, Suut Kemal Yetkin, Yahya Kemal, Mustafa Şekip Tunç, Halit Fahri Ozansoy, Sadık Şendil, Ahmet Muhip Dıranas, Nâzım Hikmet, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Rahmi Karatay, Peyami Safa, Ahmet Emin Yalman ve Kemal Tahir hakkında çok güzel hâtıralar vardır. Armağan kitapta ise İsmet Beyin hayatı, eserleri ve muhtevası, fikirleri, kendisiyle yapılmış röportajlar ile hakkında kaleme alınmış yazılar yer alıyor.
BEYAZ MEKTUPLAR
İsmet Bozdağ’ın ilk kitabının Gönderilmemiş Mektuplar isimli şiir kitabı 1942 yılında ABD Kitabevi tarafından yayımlanmış. İkinci şiir kitabı 2003 yılında Beyaz Mektuplar adıyla Aydın Yayınları arasına çıktı. Önsözde şair İsmet Bozdağ “Düşünmüştüm” diyor ve ekliyor:
“Sözün bittiği yerde, şiir başlar… Şiirin, bir başka anlatım yapısı, bir başka grameri vardır. Sözcükler, nefes alıp verir, tümceler uçar…. Kuşun havalandığı yerde, dev bir jumbonun uçtuğunu görmek ne kadar şaşırtıcı ise, düz yazıdaki sözcüklerin, şiirde kanatlanması, ya da ateşten bir hançer olup yüreğe saplanması, o kadar değişiktir ve inanılmaz tablolar çizer!... Şiirlerdeki sözcüklerle, düzyazıdaki sözcükler, aynı anlama gelseler bile, başka, başka güçtedirler! Tutalım Divan şiirindeki ‘Canan’, düzyazıda sadece sevgili’dir… Hem de belli bir sevgili… Oysa, şiirde oluşmuş bin yüzü vardır Canan’ın!..”
Böyle diyor şairimiz ve ekliyor: “Kelimelerin, düzyazıda ve şiirde başka başka anlatım gücü olduğunu fark ettiğim zaman, daha yirmi bir yaşındaydım ve şiir yazıyordum.”
Şairin “Canan” şiirine göz atmanın demidir aziz okuyucular! Belki bize ‘Şair İsmet Bozdağ’ın iç dünyasından ve sanat kumaşından ipuçları verir:
“Bütün şiirlerin cananı Beş asırlık Türk divanı Senin hüsnünle şeydâ Her kasidede senden bir nida Her gazelde senden bir nefaset seziyorum Nedim’in serv-i revânı Fuzulî’nin zalim cananı Hatta Yunus’un Mevlâsı bile sensin Her şeyde senin ismin Her şeyde senin hüznün var Kimine mâşuka oldun, kimine yâr Kimine sadece: Suret-i mutlak Bendeki tecellin ise: Burcu burcu saadet kokan Bir aşk-ı ilâhî olacak Bir aşk-ı ilahî: Şek’siz ve kayıtsız yaşamaktır billahi Bir gül gibi, bülbül gibi yaşamak”
İsmet Bozdağ, bizi 1940’lı yılların şiir ve sanat dünyasında bir yolculuğa çıkarıyor. Devrin edebiyat dünyasından hoş kesitler sunuyor bu hâtıra yüklü satırlar: “Bin dokuzyüz kırklı yılların başlarında, elbette bir çok şiirler yazılıyor, birçok şairin ismi dergilerde görünüyordu, ama üç Majüskül Şair vardı; Ahmet Muhip Dıranas, Cahit Sıtkı Tarancı, Fazıl Hüsnü Dağlarca… Bu saydığım isimlerin dışında kalmış şairlerin şiirlerine sayfalarında yer vermeyen, Peyami Safa, o yıllarda çıkardığı Kültür Haftası dergisinde benim bir şiirime yer vermişti. Yücel dergisi ise, “Sen Şarkı Söylediğin Zaman” adlı şiirimi “Ayın En Güzel Şiiri” olarak seçip yayınlamıştı. Ama ben henüz adımın çevresinde bir kamuoyu oluşturmuş değildim!.. Yeni bir “Neoklâsizm” hamlesi ile, pek âlâ aralarına yerleşmek mümkündür düşüncesi, bana sıcak geldi… Şiirlerimi, bu anlayışla yazmaya başladım. Bu şiirleri, Gönderilmemiş Mektuplar adı ile yayınladığım; 1943 yılında, en çok konuşulan şair oldum, Gönderilmemiş Mektuplar ise en çok konuşulan kitap!.. Kitap için eleştiri yazan bazı imzaları belirtecek olursam; Ord. Prof. Mustafa Şekip Tunç, Ord. Prof. Hilmi Ziya Ülken, Peyami Safa, Nurullah Ataç, Vâlâ Nurettin, Ötügen, Behçet Kemal Çağlar’ı sayabilirim… Yankılar olumluydu, ufuk açıktı ama, ben Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın, önümü tıkayan, aşılmaz engelini fark etmiştim! Bu nedenle şiir yayınlamadım. Yazdıklarım, daha ziyade dost meclislerinin çerezi, sakızıydı!..” İsmet Beyin şiir sofrasından bir parça “çerez” sunayım mı size, bakalım ne düşüneceksiniz. İşte “Giderek” adlı şiir:
Ağladığım sevgili kimdi, Bu yüz mü, bu eller mi? Bir daha ayni şey için Bu gözler ağlayabilirler mi?
Hangi kurt, hangi tırtıl O güzel masalımı yedi?. Şimdi sen-ben misali bir insan Ya dün Tanrım… Dün, neydi?!
Şairin deyişiyle bir parça da “sakız” ikram edeyim size “Beyaz Mektuplar”dan. “Bir Aşkın Hikâyesi” isimli tatlı bir sakız bu. Ölüm temaına farklı bir pencereden bakan bir sanatçıyı görüyoruz burada da. Ağza yayılan, tatlı bir rayiha bırakan, insana hoş duygular yaşatan, hüzünlü bir şiir:
Aramızda bir aydınlık parladı, Biz yine oyduk. Ama yüreklerimiz değdi birbirine, Konuşuyorduk.
İçimizde bir aydınlık gezindi, Biz yine oyduk, Ama her yanda çiçekler, çiçekler, çiçekler, Bakmağa doyamıyorduk!
Aramızdan bir aydınlık uçtu, Biz yine oyduk. En güzel yerimiz kopmuştu, Artık yaşamıyorduk
Şairin şiir dünyası yalın güzelliklerle dolu. Kısa, öz, sade ve anlamlı mısralar bizi sarıp sarmalıyor. İsterseniz “Mutlu Ayna” ile tamamlayalım bu şiir seyahatini.
Herkes yüzüme bakıyordu yollarda… O kadar güzeldim… Nasıl bakmasınlar, nasıl!... Senden ayrılıp geldim…
Başım mağrur ve dimdik, Kinden ve kederden uzak… Herkes beni seyretti herkes Yüzümde seni bularak…
Gazeteci, yazar, tarihçi, şair, tiyatro yazarı ve düşünce adamı İsmet Bozdağ… Hangi yönünü merak ediyorsanız edin, ama 91 yaşında hakkında program düzenlediğimiz bu yaşayan çınar için Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi’nde bu akşam buluşuyoruz. Programa herkes dâvetli. Onu tanıyan dostları, okuyucuları ve tanıma şansını elde edecek yeni arkadaşları da dahil tabiî… Sağlıcakla kalın.
(www.sanatalemi.net sitesinden alınmıştır.)
Sene-i Devriyesinde İsmet Bozdağ
Elâ Kurt
Günlerden pazartesi, aylardan temmuz, sevdalardan mavi.. şehirlerden İstanbul…Sereserpe şiirler umuduyla geldiğim İstanbul‘da elimle koymuş gibi bulduğum sevgiden bir dağ: İsmet Bozdağ…
Elime tutuşturduğu tarih, kalbime tutuşturduğu şiirle dönüvermiştim Ankara’ya…O nüfus kağıdı eskimek bilmez halleriyle “hayat sana yar olsun” temenisini içeren güzel mektubunu almam çok uzun sürmedi. İstanbul beni bir kere de onun kaleminden çağırmıştı! Sebeb-i istanbullarımdan biri oluvermişti.
Sonra fikrine daldım…Fikri diriydi, fikri yeniydi, fikri dinamikti, fikri hürdü…en ciddi kitaplarında bile kokladığım şiirdi fikrinin ince gülü!
Ama anlamıyorlardı onu…Herkes kendine biçiyordu düşüncelerini…En sağdan en sola, en aşağıdan en yukarıya…aslında İsmet Bozdağ; İsmet Bozdağca konuşuyordu…Cumhuriyete yakışır bir aydın hürriyetinde, apaçık beyniyle, kimsenin belki de cesaret edemeyeceklerine usulca dokunup, kelimelerini yerleştiriyor, sonra dalıyordu okuyanlarının seyrine…
Bütün uzun laflarının kısası, sevgili İsmet Bozdağ’ı çok seviyorum, iyi ki varsın, yaş günün kutlu olsun!
(Elâ Kurt, bu yazıyı Mehmet Nuri Yardım’ın İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür AŞ. ile düzenlediği toplantıda okudu. Tarih 10 Mart 2007 idi. Elâ Hanım ne yazık ki genç yaşta trafik kazası geçirerek hayatını kaybetti.) |