Kategori : Genel - Etiketler : - Tarih : 11 Temmuz 2012
Gazeteler kitap, hafta sonu magazin ve sektör ekleri verir. Bazen de çeşitli yıldönümlerinde bu ilâveleri görürüz: Anneler Günü, Babalar Günü, Sevgililer Günü vs. O eklerin neredeyse dörtte üçü ilânlar, reklâmlarla kaplıdır. Bu yüzden okumalık değil, seyirlik olurlar genelde. Tabii kitap ekleri için bunu söylemek mümkün değil. Kitap eklerindeki ilânlar da zevkle okunur, çünkü kitap tanıtımlarıdır, duyurularıdır.
Şimdi elimde bir gazete eki var. Türkiye Gazetesi özel ek olarak okuyucularına verdi. İsmi Türkiye Aile Albümü… Gazetenin 43. Yılı münasebetiyle hazırlanmış. O kadar çok sevdim ki bu eki… Defalarca sayfalarını çevirdim, yazılarının tamamını okudum, fotoğraflarına yeniden baktım. İşte onlarca dergi önümde tanıtılmayı beklerden ben Türkiye Aile Albümü’ne gömülmüş vaziyette, hislerimi sizinle paylaşmak istiyorum:
Basın dünyamızın seçkin simâlarını görüyorum sayfaları çevirdikçe… İlk sayfadaki yazar kadrosu ise muhteşem… Mümtaz fikir adamları, anlı şanlı fıkra muharrirleri… Bakın kimler varmış bir zamanlar Türkiye gazetesinde… Hangi kalem ustaları ve sanat adamları yazmış o zamanlar… Fotoğrafın altında “Türkiye’nin büyük zenginliği” deniliyor ve soruluyor: “Böyle bir kadro bir daha kurulabilir mi?” Tarih 26 Şubat 1992. 20 yıl önce çekilmiş bir fotoğraf. Ben sadece isimleri söyleyeyim, gerisini düşünmek size kalmış: Ayhan Songar, Yalçın Özer, Enver Ören, Vedat Zeydanlı, Ahmet Kabaklı, Mustafa Necati Özfatura, Kenan Akın, Ömer Öztürkmen, İrfan Atagün, Mücahid Ören, Vecihi Ünal, Fuat Bol, Ünal Sakman… Bugün bu 13 isimden 6’sı rahmet-i rahmana kavuşmuş. Ne diyelim, Allah rahmet eylesin, yaşayanlara da sağlıklı ve hayırlı ömürler niyaz edelim.
HER ŞEY “PEKİ” İLE BAŞLAMIŞ…
Türkiye gazetesinde çalıştığım 10 sene boyunca duyduğum, sevdiğim ve hayatıma tatbik etmeye çalıştığım çok güzel sözler vardı. Bu sözler aslında ya kelâm-ı kibâr veya hadis-i şeriflerden ibaretti. Onlardan biri de “Peki, de” sözüydü. Bu bir bakıma teslimiyetin ve kaynaşmanın tezahürüydü. İsyan değil itaat, itiraz değil kabuldü… Redde karşı duruş ve mülayemetle hizmetlerin devamını arzulayıştı… Bu ekte öğreniyoruz ki, gazete ile ilgili ilk “peki”yi söyleyen Enver Ören ağabeymiş. Bu, çok önemli bir hâtıra bence, paylaşmalıyım. Albümün dördüncü sayfasından aynen iktibas ediyorum:
“1970 yılıydı. Türkiye’nin ilk Kimya Yüksek Mühendisi, Emekli Öğretmen, Albay muhterem Hüseyin Hilmi Işık (Allah rahmet eylesin), damadı Enver Ören Bey ve arkadaşları ile sohbet ederken, ‘Milletimize hizmet için bir gazete çıkarmak lâzım’ buyurmuşlar.
Enver Ören Bey hiç düşünmeden,’Peki efendim’ diye cevap vermiş.
Bir grup arkadaş, cebinde ne varsa ortaya koymuş, yetmemiş eş dosttan borç alarak yola çıkmışlar. Önce Hakikat, sonra adı değişerek Türkiye’nin uzun yolculuğu başlamış. Türkiye gazetesinin Türkiye’ye mal olduğu ilerleyen zamanlardan birinde Hüseyin Hilmi Efendi, ilk günkü hâtırayı hatırlatarak Enver Ören Ağabeyimize şöyle buyurmuş: ‘Gazete teklifini ortaya atınca, sizin dudaklarınıza baktım. Hemen ‘peki’ demeseydiniz gazeteyi çıkarmanıza izin vermeyecektim.”
VE ŞÖLEN BAŞLIYOR…
Türkiye Aile Albümü’nün sayfalarını aheste aheste çeviriyoruz. Bugün Yeni Akit’in koordinatörü ve yazarı olan Hasan Karakaya’nın gençlik fotoğrafını görüyorum. Hâlâ genç ya… O yıllarda ben de Türkiye’deydim. Hakikaten basının seçkin isimleri bir araya getirilmişti. Meselâ iyi gazeteci ‘Karanlık’ Ziya vardı, uzun zamandır göremiyorum, galiba ben de vefasız olmaya başladım. Muazzam bir kadro vardı o dönemde. Güle Güle Apartmanı dile gelse kimleri anacak, hangi şahsiyetleri anlatacak kimbilir? Eski ve yeni fotoğraflar gözümüzün önünden bir film şeridi gibi geçiyor. Yine eski bir fotoğraf… Aşina isimlerden İsmail Kapan, Nuh Albayrak… Gazetenin 23 yıldan beri Dış Haberler Müdürlüğü’nü yapan halim selim insan Hayrettin Turan… Servisin değerli mensupları ve Arapça uzmanı Mehmet Can… Büyük fotoğrafların hemen altında kutular ve başlıca emektarlar: Nuh Albayrak, Mustafa Bilim ve Aydoğan Kaçıra…
Avrupa Baskıları Servisi… Dr. Emin Sezer, Halil Delice, Yüksel Sarduhan… Veli Solak çay getiriyor. Dördünü de tanıdım, birlikte çalıştık. O zaman servisin müdürü, şimdi sitemizin yazarı ve ESKADER’in yöneticilerinden olan Hüseyin Sarıkoç’tu. Hüseyin Bey gazetenin ‘cins kafa’larını servisinde toplamasını bilmişti: Emin Sezer, Olcay Yazıcı, Şaban Petek, Ahmet Tüzün, Recep Arslan, Mehmet Nuri Yardım… Görüyorsunuz değil mi, sadece bu isimlerle yeni bir gazete bile çıkarılabilir… Sefa Koyuncu “edebiyat âşığı” olarak târif ediliyor. Elhak öyledir. Hemen yanında o dünya tatlısı “tertib”imiz Kâzım Çeliker… Ve gazetenin en çilekeş simâlarından Ahmet Demirbaş. Tashih’in tozunu da, harflerini de yutan, sözlükle yatıp kalkan Ahmet ağabey… Zannediyorum gazete olarak ‘tashih’ servisini koruyan tek gazete bugün için Türkiye… İnşallah bir gün diğer gazetelerimizin de Düzeltme Servisini yeniden kurduğunu duyarız. Ahmet Demirbaş için yazılan birkaç cümle var ki, çok güzel. Şöyle ki:
“Nasıl ‘defosuz’ bir gazete çıkarırız diye çırpınıp duran ekibin şefi. Yanına gelen herkese anlatacak orijinal bir hikâyesi vardır. Kırk yılda bir gazetede yanlış çıkarsa, merhum gazeteci ağabeyimiz Ömer Öztürkmen’in sözüne sığınır: ‘Ben tashihsiz çıkan gazeteye gazete demem!”
Seyir defterimiz devam ediyor: İşte usta gazeteci Mehmet Köşker, diğer meslektaşlarıyla birlikte Enver Bey’in sofrasında… Altta Bizim Sayfa ve Çocuk Dergisi çalışanları… Aaaa, şu mahzun duruşlu öndeki genç, bizim Muammer Erkul değil mi? Ne kadar değişmiş yahu… Ya şu sağ karedeki kaytan bıyıklı yakışıklı adam, meşhur ressamımız, büyük sanatkâr Samim Utkun mu? O da Hakka yürüyenler kafilesine katıldı… “Özel sayfaların, özel haberlerin özel gazetecisi” Fatih Selek yakışıklı fotoğrafıyla seyircilere bakıyor. Yarılıyoruz yavaş yavaş mazi yolculuğunu… Yine unutulmaz bir hâtıra resmi:
Ortada dünyadaki gelişmeleri yakından takip eden çok değerli yazar Mustafa Necati Özfatura… Yan tarafta Metiner Sezer ve Ünal Bolat manken gibi çıkmışlar maşallah. İrfan Özfatura ise her zamanki derviş hâliyle arz-ı endam ediyor… Unutulmaz iki fotoğraf ve altı simâ… O zaman İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı olan Recep Tayyip Erdoğan’ı Hüseyin Sarıkoç ve yardımcısı Halil Delice ziyaret etmiş. Diğerinde ise merhum Muhsin Yazıcıoğlu gazeteye ziyarete gelmiş. Nuh Albayrak ve Fuat Bol merhum ‘alperen’le sohbet ediyorlar.
Fotoğraflara bakarken bugün aramızda bulunmayanları görünce hüzünleniyorum. İşte Özcan Genç, onlardan biri. Resimaltındaki satırlar çok dokunaklı: “Öyle konuşurdu Özcan… Ünlemli… ‘Yapma be abi!’, ‘Aaa, sahi miii?’, ‘Haydaaaa!’… Bir gece, aniden vefat eti. Her fani bir gün ölecek elbet, ama o, konuştuğu gibi öldü; hızlı, ani, şaşırtarak…”
“Orijinal Fikirlerin Adamı” Rahim Er… Rahim ağabey, Türkiye’deki bir çok yeniliğin öncüsü, genç kabiliyetlerin ellerinden tutucusudur. Adnan Taşdizen, Ersel Gündüz… O kadar çok tanıdık yüz var ki… Genelde fotoğraflarda herkes mütebessim… Talimat büyük yerden çünkü. Enver Bey güler ve etrafını güldürür… Onun sofrasında, onun yanında, onun huzurunda üzgün olamazsınız, hatta lâkayt da kalamazsınız. Yüzünüz ışıl ışıl olmalı, renk renk çiçek açmalı… Gazetelerin sporcuları ayrı bir dünya biliyorsunuz, gazete içinde ayrı bir cumhuriyet kurarlar âdeta… Teknik servisler de kısmen öyle… Ama bir fotoğraf gördüm ki 22’nci sayfada. İşte ona yürek dayanmaz. Enver Bey, belki de son günlerini veya saatlerini yaşayan büyük hekim, sanatkâr ve yazar Ayhan Songar’ın yanıbaşında, yanak yanağa… Âdeta bir veda ve helalleşme ânı… Macera adamı Osman Sağırlı’yı da geçiyoruz. Gazete dağıtımcılarını da… Ve Türkiye gazetesinin “en eski personeli” Ali İbrahimoğlu… Sadettin Kaplan’ı unutmamalı bu arada. Türkiye Çocuk dergisinin lokomotifi…
Ardınsıra gelen bu başlık beni güldürdü: “Bol cefa, büyük vefa, 5 emektar Mustafa…” Şair tabiatlı biri bu başlığı atmış zahir… Kimler mi bu ortak ismi taşıyanlar, söyleyeyim: Mustafa Kum, Mustafa Bilim, Mustafa Asım Gök, Mustafa Selçuk ve Mustafa C. Öztürk… Mustafa C. Öztürk abiyle birlikte çalıştık uzun yıllar… Bizim kültür sanat sayfasını çiziyordu. Şimdi emekli. Cenab-ı Allah’tan sağlıklar diliyorum kendisine…
Tam da artık Türkiye Aile Albümü’nün sonuna geldim diyecekken çok âşina birini, her gün kendisine rastlamaktan bıktığım bir kişiyi gördüm. Yine karşıma çıkmıştı işte. Merak ettiniz değil mi, bu kişi kim diye: Söyleyeyim efendim, heyecanlanmayın. O zaman henüz yaşlanmamış ve gür saçlara sahip olan filinta gibi bir genç… İyisi mi resimaltını okuyayım. Bakalım tanıyabilecek misiniz: “Hepsini Temsilen- Mustafa Miyasoğlu’ndan Beşir Ayvazoğlu’na nice Kültür Sanat Müdürümüz hizmet etti bu gazeteye… Onlardan biri de Mehmet Nuri Yardım’dı. Yardım şimdilerde Edebiyat Sanat ve Kültür Araştırmaları Derneği (ESKADER) ile edebiyata hizmeti sürdürüyor.”
Fakiri unutmamışlar, sağ olsunlar. Her zaman vefalı insanlarla birlikte olurlar inşallah… Bir fotoğrafta Kenan Akın’ın kardeşi Levent’i gördüm. Yine bir hüzün çöreklendi içime. Çok efendi bir muhabirdi Levent. Eyüp Sultan’da namazını kılmıştık. Allahtan rahmet diliyorum kendisine. Kabri nur, mekânı cennet olsun. Ve büyük fotoğraflardan birinde Mahmut Genç ağabeyi görüyorum. On yıl boyunca maaşlarımızı ondan aldık. Paramızı kapalı bir zarf içinde alırdık. Yanına gittiğimizde akide şekeri de ikram ederdi. Avans ihtiyaçlarımızı memnuniyetle karşılardı. “Kasada” para yoksa bunu da açık seçik bir şekilde söylerdi. O, biz maaşlı çalışanların biricik sığınağı, güvenilir limanıydı. Sert görünümlüydü ama halim selim bir insandı. O da sonsuzluk ülkesinde şimdi… Resul İzmirli ve Fevzi Kahraman, Enver Beyin kurmaylarından…
Biliyorum uzun yazı okumayı sevmeyen bazı okuyucularım, “Yine destan yazmış, olmaz ki kardeşim, bu kadar da uzun yazı yazılmaz ki…” diyecekler. Olsun, desinler… İnanın benim yerimde olsanız daha uzununu yazarsınız. Bu kadar eski/mez dostu bir arada göreceksiniz de iki paragrafta bitirebilir misiniz yazınızı? Yine bir hâtıra, yine hüzünlü kareler… Cem Ertürk merhumu görüyorum önümde. Benim Türkiye’deki ilk genel yayın yönetmenim. Ethem Kırçın ağabey yine o beyefendi kişiliğiyle dikkat çekiyor. Ve bir duayen… Bir mizah ustası: Karikatürst Yurdagün Göker…
Gazete çalışanları Ramazanlarda da bir araya gelirdik. O muhteşem iftarlardan biri 24 Ocak 1998 tarihinde Beyazıt’ta yapılmıştı. Ön safta mahşerin beş atlısı: Abdülkadir Karataş, Recep Arslan, Mustafa Bilim, Süleyman Özkonuk ve Ahmet Yabuloğlu. Yandaki karede yuvarlak masa. Bu karede fakir de var. Başka kimler mi görünüyür: Kasım Özturan, Mehmet Köşker, Nuh Albayrak, Mahmut Genç, Metiner Sezer ve Hüseyin Sarıkoç… Siyah beyaz karelerden birinde bizim edebiyatçı dostumuz Tufan Çorumlu tebessüm ediyor. Ferruh Yenigün, Eyüp Türker, İsmail Sefa İpşirli, Sadi Sözen ve Tuncay Şenyürük de bu güzel, tarihî fırsatı kaçırmamışlar… İbrahim Aydın Şahin’i gördüm bir yerde. Simâlar değişmiyor, yaşlar ilerlese de… Bir çınar, bir tarihçi dede İsmail Yağcı ve bir yer sofrasında canlar buluşmuş. Bu samimiyetin eseri olan yüzlerdeki tebessüm asla yalan olamaz. Dostluk, demek ki böyle bir şeydir. Türkiye’nin acar muhabirleri sofraya yumulmuş. Haklılar, az sonra zor görevler onları bekiyor çünkü. Koşturacaklar: Genç yaşta aramızdan ayrılan rahmetli Harun Yerebakan, Yusuf Kolsuz, Abdülkadir Şimşek, Serdar Ertuğrul, Abdülkadir Karataş, Dündar Batık ve Cüneyt Bitikçioğlu…
Son sayfaların birinde bir mezarlık resmi… Belli ki ahirete yolcu edilen bir mümin var. Ve o karede mütefekkir Ahmed Arvasî ellerini açmış dua ediyor… Mehmet Serhen, Sadık Söztutan ve Murat Başaran… Bu ne güzel bir mazi yolculuğu öyle…
Son iki sayfa. “Tarihin Gözyaşları”na ayrılmış. “Rahmetli ağabeylerimiz kardeşlerimiz”le göz gözeyiz. Bir hüzün sayfası var önümüzde şimdi… Gazete mensupları çok ama “susan kalemler”i anmalıyım: Abdülkadir Karahan, Ahmet Arvasi, Ahmet Kabaklı, Ahsen Çetiner, Ali Galip Vural, Aydın Taneri, Ayhan Songar, Bülent Hikmet Şeren, Cem Ertürk, Ergun Göze, İrfan Atagün, İrfan Ülkü, İsmet Giritli, Kemal Çapraz, Levent Akın, Mehmet Emin Alpkan, Mukbil Özyörük, Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, Ömer Öztürkmen, Safiye Doğrular, Şahap Ayhan, Vecihi Ünal. Bu listeye rahmetli dostum Olcay Yazıcı’yı da ekliyorum. Bir de Kemal Çapraz’ı… Ve de ESKADER olarak vefatlarından sonra ikisini birlikte andığımız gazeteci yazar dostlarımız Mehmet Oruç ve Enver Durmuş’u… Peki Ömer Lütfi Mete nisyana terk edilebilir mi… Güler Erkan’ın hanımlara hizmeti her zaman anılmalı değil mi? Türkiye’de yazan Sevinç Çokum da vardı, Sabahat Emir de… Büyük romancılar, büyük hikâyeciler… O üslûp ustası Gürbüz Azak ağabeyin “beyfendiliği”ni kim unutabilir? Rasim Ekşi ne yapar şimdi? Servet Kabaklı, Kâmuran Abacıoğlu, Seyfullah Türksoy, Şeref Özata, Kâzım Kılınç ve diğerleri… O muhteşem, inançlı ve idealist kadronun dirayetli ve birikimli yazarları, ne unutulmaz köklü dostluklar kurmuşlardı kendi aralarında.
Türkiye gazetesinde ister çalışmış olun, ister olmayın. Kültüre, sanata, ilme ve tabii ki basın dünyasına birazcık merakınız varsa ‘yazıişleri mutfağı’nda iyi kotarılmış bu ilave, size çok şey anlatacak. Bence size en yakın yerdeki Türkiye gazetesi bürosuna uğrayıp bu albümden edinin. İleride kıymeti daha çok artacaktır çünkü. Okuyuculara ücretsiz üstelik.
48 sayfalık muazzam bir hâtıra albümü… Dostların resm-i geçidine tanık oluyoruz… Sık sık rahmetle andığım kişiler gelip geçiyor önümden… Bazen duygulanıyor, bazen de hüzün denizlerine yelken açıyorum. Ama iyi düşünülmüş ve ustaca yapılmış bir ek Türkiye Albümü…
Şimdi yine bir hayal kuruyorum. 22 Nisan 2013 tarihinde, gazetenin kuruluş yıldönümünde daha önce gazetede çalışmış bütün gazeteciler dâvet ediliyor ve eski/yeni yaşayan bütün Türkiyeciler toplu bir fotoğraf için bir araya geliyor. Oturup sohbetler ediyor, muhabbetleri ve dostlukları tazeliyorlar. Vefat eden yazarların yakınları da o kutlu vuslatta bir araya geliyorlar. Ayhan Songar’ın, Ahmet Kabaklı’nın, Tarık Buğra’nın, Ergun Göze’nin, Ömer Öztürkmen’in, Mehmet Emin Alpkan’ın, İrfan Atagün’ün, Ömer Lütfi Mete’nin, Ahmed Arvasi’nin, Olcay Yazıcı’nın da yakınları buluşup hasret gideriyorlar. Büyük Aile bir araya geliyor. Ne güzel bir manzara, ne ölümsüz bir kavuşma olur değil mi? Bazı hayallerim gerçekleşiyor zaman zaman. Belli mi olur, belki de Nuh Bey bunu çoktan düşünmüş ve tasarlamıştır bile… Öyleyse önümüzdeki senenin 22 Nisan tarihini şimdiden tezi yok, ajandama kaydetmeliyim. O gün bir dâvet vukubulabilir.
Bir çok müesseseye örnek teşkil edecek olan bu güzel yayına emeği geçen herkesi tebrik ediyorum. Ellerine, gönüllerine, yüreklerine sağlık… Sağolsunlar, Varolsunlar… Önümüzdeki sene en az 100 sayfalık bir ek bekliyoruz, ona göre.